
Türk Döneri Tescilsiz Kaldı, Almanlar Kazandı!

Bir zamanlar dünyanın dört bir yanında “Türk döneri” dendiğinde akla gelen lezzet, şimdi Avrupa’da resmi olarak Almanya’nın oldu. Evet, yanlış duymadınız. Türkiye olarak Avrupa Birliği’ne “Türk usulü dönerin tescili” için başvurduk, üstelik AB ülkelerinde bizim usulümüzle üretilmeyen dönerlerin “döner kebap” adıyla satılmaması için dava açtık. Sonuç? Biz kaybettik, Almanya kazandı.

İstanbul merkezli Türk Döner Üreticileri Derneği’nin (UDOFED) tüm çabalarına rağmen AB kapıları bize kapandı. Türk dönerinin hak ettiği tescil verilmedi; Almanya ise bir çeşidini “Söner” adıyla tescil ettirdi. Yani bir yandan kültürümüzün simgesi olan dönerin adını koruyamıyoruz, diğer yandan Almanlar Türk dönerini kendi mutfağına entegre ediyor.
Oysa gerçek dönerin kuralları belliydi: 16 aydan küçük sığır eti kullanılamayacak, sadece dana döner olacak, elektrikli makineler yerine 55 cm’lik bıçak kullanılacak ve tuz oranı %2’yi aşmayacaktı. Türkiye’nin talebi sadece bu geleneksel üretim biçiminin korunmasıydı. Ama Avrupa, ekonomik ve siyasi dengelerle o kadar meşgul ki, kültürümüzün tescilini görmezden geldi.

Şimdi Almanya’da yaklaşık 18 bin 500 dönerci, AB genelinde on binlerce işletme rahat bir nefes alıyor. Çünkü onlar, “döner kebap” adıyla üretim yapmaya devam edebilecekler. Biz ise hâlâ “neden bizim dönerimiz korunamıyor?” sorusunu sorup duruyoruz. Hindi eti ve farklı baharatlarla hazırlanan ürünler “Berlin döneri” ya da “Alman usulü döner” adıyla pazarlanırken, Türk usulü dönerin hakkı gasp edilmiş durumda.
Ve işin tuzu biberi, şimdi de Almanya’da “Söner” markası doğdu. CSU Lideri Markus Söder, dönerle verdiği pozları markaya dönüştürerek kültürümüzün üzerine bir de ticari patent koydu. Biz hâlâ başvurumuzun cevabını bekliyoruz. Ne ironik değil mi? Dönerimizi kaptırdık, adını bile koruyamıyoruz.

Şimdi anladınız mı, tescilli ürünün ne kadar hayati önemi var?
Bir kültürün, bir lezzetin, bir emeğin korunması için tescil şart. Artık el birliği ile tescile önem verelim. Kültürel mirasımızı, gastronomi zenginliğimizi korumak için vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz. Çünkü tescil, sadece bir belge değil; emek, tarih ve lezzetin güvencesidir.

Avrupa’ya sormak lazım: Kültür, emek ve tarih sadece ekonomik güçle mi ölçülüyor? Bizim dönerimiz 400 yıldır sofralarda, onların “Söner”i ise daha doğdu. Ama görünen o ki, Avrupa için lezzet değil, patent önemli.
Türkiye, dönerimizin adını ve usulünü savunacak mı? Yoksa bir kültürel mirasımızı daha, göz göre göre, Avrupa’nın ve Almanların eline mi teslim edeceğiz? Artık susmanın, sessiz kalmanın zamanı değil; tescilsiz lezzetimiz, gözümüzün önünde çalınıyor!